İçindekiler

Hüsrev Efendi’nin Nur’un düşmanlarınca bilinip tanınması, bazı yeni tehlikeleri de beraberinde getirdi. Hazret-i Üstad ile birlikte artık o da, daha fazla hücumlara hedef olacaktı. Aziz Üstad Bediüzzaman Saîd Nursî Hazretleri’ni ve eserlerini mahkemeler yoluyla çürütemeyeceklerini anlayan gizli komiteler, şimdi de talebeler arasında tefrika fitneleri sokmak için yeni tertiplere teşebbüs etmeye başladılar. Bunun ilk emareleri Afyon Hapsi’nde zuhur ettiğinde, Hazret-i Üstad, keskin firâsetiyle bu dehşetli yeni planın farkına vararak talebelerini hemen şöyle îkaz etti:

Hüsrev Efendi’nin Üstad Bediüzzaman Yerinde Olmasından Gücenmemek Elzemdir

“Aziz sıddık muhlis kardeşlerim!

Bizler imkân dairesinde bütün kuvvetimizle Lem’a-i İhlas’ın düsturlarını ve hakiki ihlâsın sırrını mabeynimizde ve birbirimize karşı istimal etmekliğimiz vücub derecesine gelmiştir. Kat’î haber aldım ki, üç aydan beri buradaki has kardeşleri birbirine karşı meşreb veya fikir ihtilafıyla bir soğukluk vermek için üç adam tayin edilmiş. Hem metin Nurcuları usandırmakla sarsmak ve nazik ve tahammülsüzleri evhamlandırmak ve Hizmet-i Nûriye’den vazgeçirmek için sebebsiz mahkememizi uzatıyorlar. Sakın sakın! Şimdiye kadar mabeyninizdeki fedakârâne uhuvvet ve samimâne muhabbet sarsılmasın. Bir zerre kadar da olsa bize büyük zarar olur. Çünkü pek az bir sarsıntı Denizli’de, (Ş. Şef. Tev.) gibi hocaları yabanileştirdi. Birbirimize lüzum olsa ruhumuzu feda etmeğe hizmet-i Kur’âniye ve imaniyemiz iktiza ettiği halde, sıkıntıdan veya başka şeylerden gelen titizlikle hakiki fedakârlar birbirine karşı küsmeye değil, belki kemal-i mahviyetle ve tevazu ve teslimiyetle kusuru kendine alır. Muhabbetini ve samimiyetini ziyadeleştirmeğe çalışır. Yoksa habbe kubbe olup tamir edilmeyecek bir zarar verebilir. Sizin firâsetinize havale edip kısa kesiyorum.” [1]

Nur Talebeleri’ni hususan ileri gelenlerini birbirinden soğutmak ve birbirinin aleyhine geçirmek için uygulanan bu dessas planın hedefinde Hüsrev Efendi vardı ve Bediüzzaman Hazretleri talebeleri, koğuşlarındaki fitneye karşı, “_Dehşetli bir parmak buraya, hususan altıncıya karışıyor_” diyerek uyarıyordu. Hapiste talebelerin kaldığı altı numaralı koğuş içine yerleştirdikleri, dost gibi görünen adamları vasıtasıyla gizliden gizliye Hüsrev Efendi aleyhinde dedikodu ve su-i zanlar yaymaya ve Nur Talebeleri’nin fikirlerini bulandırmaya başladılar. Onun çeşitli söz ve tavırlarını tenkid mevzuu yaparak diğer Nur Talebeleri’nin rekabet damarlarını tahrike çalışıyorlardı. Bu fitneyi, aylardır yalnız başına hapsedildiği diğer koğuştan fark eden Bediüzzaman Hazretleri, talebelerine gönderdiği şu mektubla Hüsrev Efendi’nin kendisini temsil eden bir vekili olduğunu ve Nur Talebeleri’nin şahs-ı mânevîsinin çok mühim bir temsilcisi bulunduğunu hatırlatarak talebeler içerisindeki mevkiini açıkça bildirdi. Onun bu mevkiine rekabetle değil, hürmetle yaklaşmaya kendilerini dâvet etti:

Üstad Bediüzzaman’ın kendi mübarek hattı ile yazdığı orijinali

Üstad Bediüzzaman’ın kendi mübarek hattı ile yazdığı orijinali

“Aziz sıddık kardeşlerim!

Sobamın ve Feyzilerin ve Sabri ve Hüsrev’in iki su bardaklarının parça parçaolması dehşetli bir musibetin geldiğini haber vermiştiler. Evet bizim en kuvvetli nokta-i istinadımız olan hakiki tesanüd ve birbirinin kusuruna bakmamak; ve Hüsrev gibi Nur kahramanından, benim yerimde ve Nur’un şahs-ı mânevîsinin çok ehemmiyetli bir mümessili olmasından hiç bir cihetle gücenmemek elzemdir (çok lazımdır). Ben kaç gündür dehşetli bir sıkıntı ve meyusiyet hissettiğimden, ‘düşmanlarımız bizi mağlub edecek bir çare bulmuştur’ diye çok telaş ederdim. Hem sobam, hem hayalî ayn-ı hakikat müşahedem [2] doğru haber vermişler. Sakın sakın sakın! Çabuk, şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz. Vallahi bu hâdise bizim hapse girmemizden daha ziyade Kur’ân ve iman hizmetimize hususan bu sırada zarar vermek ihtimali kavîdir. Hatta Sabri bilmeyerek, Nur’un iki kahraman Feyzileri [3] dahi sarstığını müşahede-i hayaliye ile gördüm.” [4]

Talebeler arasına sokulmaya çalışılan bu dehşetli fitneden son derece muzdarip olan Hazret-i Üstad, Risale-i Nur’un saff-ı evvel talebelerinden Re’fet Bey’e hitab eden bir mektub yazdı. Mektubunda fark etmeden bu fitneye alet olmaması için onu uyarıyor ve koğuştaki diğer arkadaşlarını da uyarmasını rica ediyordu:

“Aziz, sıddık kardeşim Re’fet Bey!

Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın hürmetine ve alâka-i Kur’âniye’nizin hakkına ve Nurlar ile yirmi sene zarfında imana hizmetinizin şerefine [5] çabuk bu dehşetli zahiren küçük fakat vaziyetimizin nezaketine binaen pek elîm ve feci olan ve bizi mahva çalışan gizli münafıklara büyük bir yardım olan birbirinize küsmekten ve baruta ateş atmak hükmündeki gücenmekten vazgeçiniz ve geçiriniz. Yoksa bir dirhem şahsî hak yüzünden bizlere ve hizmet-i Kur’âniye ve imaniyeye yüz batman zarar gelmesi şimdilik ihtimali pek kavîdir.

Sizi kasem ile (yeminle) temin ederim ki, biriniz bana en büyük bir hakaret yapsa ve şahsımın haysiyetini bütün bütün kırsa, fakat hizmet-i Kur’âniye ve imaniye ve nûriyeden vazgeçmese ben onu helâl ederim, barışırım, gücenmemeye çalışırım. Madem cüz’î bir yabanilikten düşmanlarımızın istifadeye çalıştıklarını biliyorsunuz, çabuk barışınız. Mânâsız çok zararlı nazlanmaktan vazgeçiniz. Yoksa bir kısmımız, Şemsi, Şefik, Tevfik gibi muarızlara sûreten iltihak edip hizmet-i imaniyemize büyük bir zarar ve noksaniyet olacak. Madem inâyet-i ilâhiye şimdiye kadar bir zayiata bedel çoklarını o sistemde vermiş. İnşâallah yine imdadımıza yetişir.” [6]

Hüsrev Efendi Aleyhinde Tenkidlerle Talebeleri Bölme Planı

Bediüzzaman Hazretleri’nin talebelere gönderdiği, “Hüsrev’i benim yerimde biliniz” mealindeki ikazı, maalesef, içerideki gizli münafıkların fitneleri yüzünden etkisini gösteremedi. Bunun üzerine aziz Üstad, perdeyi iyice aralayıp dinsizlerin Hüsrev Efendi aleyhindeki planlarını deşifre eden şu şiddetli ikazı yazdı:

Üstad Bediüzzaman’ın kendi mübarek hattı ile yazdığı mektubun orijinali

Üstad Bediüzzaman’ın kendi mübarek hattı ile yazdığı mektubun orijinali

Aziz, sıddık kardeşlerim Re’fet, Mehmed Feyzi, Sabri!

Ben şiddetli bir işaret ve mânevî bir ihtarla siz üçünüzden Risale-i Nur’un hatırı ve bu bayramın hürmeti ve eski hukukumuzun hakkı için çok rica ederim ki, dehşetli yeni bir yaramızın tedavisine çalışınız. Çünkü gizli düşmanlarımız iki plânı takib ediyorlar: Biri, beni ihanetlerle [7] çürütmek; ikincisi, mabeynimize bir soğukluk vermektir. Başta Hüsrev aleyhinde bir tenkid ve itiraz ve gücenmek ile bizi birbirimizden ayırmaktır. Ben size ilân ederim ki; Hüsrev’in bin kusuru olsa ben onun aleyhinde bulunmaktan korkarım. Çünkü şimdi onun aleyhinde bulunmak, doğrudan doğruya Risale-i Nur aleyhinde ve benim aleyhimde ve bizi perişan edenlerin lehinde bir azîm hıyanettir ki, benim sobamın parçalanması gibi acib, sebebsiz bir hâdise başıma geldi. Ve bana yapılan bu son işkence dahi, bu mânâsız ve çok zararlı tesanüdsüzlüğünüzden geldiğine kanaatım var. Dehşetli bir parmak buraya, hususan altıncıya karışıyor. Beni bu bayramda ağlatmayınız, çabuk kalben tam barışınız.

Said Nursî [8]

Üstad Hazretleri bu mes’eleden o kadar muzdarip idi ki, talebelerine bu konuda arka arkaya mektublarla ikazlar göndermeye devam ediyordu. Üstelik üzüntü verici, menfi bir mes’ele olan bu mevzu hakkındaki mektubları, ehemmiyetlerine binaen Afyon Hapsi Mektubları olan On Dördüncü Şuâ’ya da dâhil etmekteydi.

Talebeler arasına sokulan bu gerginlik Nur Hizmeti’ne o kadar zarar verebilecek bir fitne idi ki, alet olanlar Risale-i Nur Talebeleri dairesinin dışına çıkmak tehlikesi ile karşı karşıya idiler. Yukarıda geçtiği gibi, Risale-i Nur’un gizli düşmanlarının Hüsrev Efendi aleyhinde propagandalar yaparak Nur Talebeleri’ni birbirinden ayırmak için yaktıkları bu fitne ateşine düşmemeleri için, Hazret-i Üstad tekrar şu şiddetli ikazı kaleme alır:

“Aziz sıddık kardeşlerim, Hüsrev, Mehmed Feyzi, Sabri.

Ben sizlere bütün kanaatımla itimad edip istirahat-ı kalble kabre girmeyi ve Nurlar’ın selametini size bırakmayı bekliyordum ve hiç bir şey sizi birbirinden ayıramayacak biliyordum. Şimdi dehşetli bir plânla Nur’un erkânlarını (önde gelenlerini) birbirinden soğutmak için resmen bir iş’ar (resmî bildiri) var. Madem sizler lüzum olsa birbirinize hayatınızı kuvvet-i sadâkatinizin ve Nurlar’a şiddet-i alâkanızın muktezası olarak feda edersiniz. Elbette gâyet cüz’î ve geçici ve ehemmiyetsiz hissiyatınızı feda etmeğe mükellefsiniz. Yoksa kat’iyyen bizlere bu sırada büyük zararlar olacağı gibi Nur dairesinden ayrılmak ihtimali var diye titriyorum.

Üç günden beri hiç görmediğim bir sıkıntı beni tekrar sarsıyordu. Şimdi kat’iyyen bildim ki, göze bir saç düşmek gibi az bir nazlanmak, sizin gibilerin mabeyninde (arasında) hayat-ı nûriyemize bir bomba olur. Hatta size bunu da haber vereyim. Geçen fırtına ile bizi alâkadar göstermeğe çok çalışılmış. Şimdi mabeynimizde az bir yabanilik atmağa çabalıyorlar. Ben sizin hatırınız için her birinizden on derece ziyade zahmet çektiğim halde sizin hiç birinizin kusuruna bakmamağa karar verdim. Siz dahi haklı ve haksız olsanız, benlik yapmamaklığınızı, üstadınız olan şâkirdlerin şahs-ı mânevîsi namına istiyorum. Eğer o acib yerde beraber bulunmaktan gizli parmaklar karışıyorlarsa biriniz Tâhirî’nin koğuşuna gidiniz. Said Nursî” [9]

Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsine dâhil bir ferd olmayı en büyük bir bahtiyarlık ve inşâallah âhirette bir kurtuluş vesilesi olarak kabul eden Nur Talebeleri için bundan daha ürkütücü bir tehlike olamazdı. Bediüzzaman Hazretleri’nin, “_Hüsrev’i benim yerimde bilmelisiniz_” ikazına rağmen Hüsrev Efendi’nin aleyhinde kötü bazı düşünceler taşımak, elbette Üstad Bediüzzaman’ın aleyhinde düşünmekle aynı mânâya geliyordu. Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini temsil eden bu mübarek zatlara karşı olumsuz hislere kapılan ve bundan kurtulamayan kimselerin Risale-i Nur dairesindeki mevkiini kaybedeceği aşikârdı.

Bu şiddetli ikazlarla artık durumun vehametini fark eden talebeler, “Çabuk barışınız, beni bu bayramda ağlatmayınız” diyen Üstad’ın emrini dinleyip aradaki küslüğü daha fazla sürdürmeyerek barıştılar. Bunun üzerine fevkalâde memnun olan Bediüzzaman Hazretleri onları şöyle tebrik etti:

“Aziz, sıddık, sarsılmaz kardeşlerim!

Sizi ruh u canımla tebrik ederim ki, çabuk yaramızı tedavi ettiniz. Ben de bu gece şifadan tam ferahlandım. Zaten Medresetüzzehrâ (Isparta Talebeleri) tevessü edip (genişleyip), hakiki ihlas ve tam fedakârâne terk-i enaniyeti ve tevazu-u tâmmı daire-i Nur’da aşılıyor, neşreder. Elbette gayet cüz’î ve muvakkat hassasiyet ve titizlik ve nazlanmak, o kuvvetli dersini ve uhuvvet alâkasını bozamaz ve İhlâs Lem’ası (İhlas Risalesi) bu noktada mükemmel nâsihtir. Şimdi en ziyade bizi ve Nurlar’ı vurmak ve sarsmak için en fena plân, Nur Talebeleri’ni birbirinden soğutmak ve usandırmak ve meşreb ve fikir cihetinde birbirinden ayırmaktır.

Gerçi gâyet cüz’î bir nazlanmak oldu. Fakat göze bir saç düşse başa düşen bir taş kadar incitir ki büyük bir hâdise hükmünde mataram (parçalanmakla) haber verdi. Merhum Hâfız Ali’nin küçücük böyle bir halden, vefatından bir parça evvel şekvası, o vakitten beri belki yüz defa hatırıma gelmiş ve beni müteessir etmiştir.

Said Nursî [10]

Risale-i Nur’un gizli düşmanlarının Afyon Hapsi’nde başlattıkları bu fitne planı maalesef sonraki yıllarda da artarak devam etmiştir. Dost sûretinde, cemaatin içine sızan bazı kimseler vasıtasıyla Hüsrev Efendi aleyhinde su-i zan ve dedikodular etrafa fısıldanmıştır. Bilhassa Hüsrev Efendi’nin hizmet geçmişini tam bilmeyen yeni talebelerin onun hakkında hüsn-ü zanlarını ve muhabbetlerini kırmak ve Nur Cemaati içine bir soğukluk vermek için gizliden gizliye fitneler çevirmeye devam edilmiştir.

[1] Osmanlıca Şuâlar, s. 534 Geri
[2] Bu ifadesiyle Hazret-i Üstad çevrilen fitneyi keşfen gördüğünü haber vermektedir. Geri
[3] İki Feyziler, Mehmed Feyzi ile Ahmed Feyzi Kul’dur Geri
[4] Osmanlıca Şuâlar, s. 543; Hayrât Vakfı Arşivi Geri
[5] Hazret-i Üstad’ın bu ifadelerinde sıraladığı haklar, vaziyetin ne kadar vahim ve tehlikeli olduğunu ve Üstad’ın bu vaziyetten ne kadar büyük sıkıntı çektiğini göstermektedir. Geri
[6] Osmanlıca Şuâlar, s. 553 Geri
[7] “Aleyhte propagandalarla” Geri
[8] Osmanlıca Şuâlar, s. 546; Hayrât Vakfı Arşivi Geri
[9] Osmanlıca Şuâlar, s. 547 Geri
[10] Osmanlıca Şuâlar, s. 558 Geri