Bediüzzaman Hazretleri, “Risale-i Nur’un mühim bir vazifesi de Kur’ân yazısını muhafaza etmektir” diyerek ömrü boyunca yazdığı eserleri Kur’ân harfleriyle te’lif etmişti. Talebelerine de bu eserleri elleriyle yazarak çoğaltmalarını emretmiş ve bu şekilde Kur’ân yazısının korunup geliştirilmesini sağlamıştı. Hatta “Risale-i Nur Talebesi’nin en ehemmiyetli vazifesi onu yazmak ve yazdırmaktır ve intişarına (yayılmasına) yardım etmektir. Onu yazan veya yazdıran Risale-i Nur Talebesi ünvanını alır” diyerek risaleleri Kur’ân yazısıyla yazıp çoğaltmayı mühim bir talebelik şartı olarak gösteriyor, iki hadis-i şerife dayanarak Kur’ân ve sünnete hizmet eden risaleleri yazmanın yüz şehid sevabı kazandıracağını bildiriyordu.
Hüsrev Efendi, Bediüzzaman Hazretleri’nin sağlığında olduğu gibi, manevî çok güzellikleri barındıran yazı hizmetinin aksamadan devam etmesi için büyük gayretler sarf etti. Çünkü Hazret-i Üstad’ın vefatından sonra, Risale-i Nur’un gizli düşmanları sistemli bir şekilde yazı hizmetinin aleyhinde bulunmaya, onu Nur medreselerinden kaldırmak için dessasâne çalışmaya başlamışlardı. Dost sûretinde Nur Talebeleri içine sızan bazı kişiler, Anadolu’yu karış karış geziyorlar, “Kur’ân yazısıyla hizmet vaktinin artık geçtiği, Latin alfabesiyle hizmet etmenin daha önemli olduğu, Kur’ân harfleri ile hizmet edenlerin hapislerden kurtulamayacağı”gibi ifsad edici ve şevk kırıcı cümlelerle kafaları karıştırıyorlar, insanları hatt-ı Kur’ân hizmetinden uzaklaştırmak istiyorlardı. Bir kısım insanlar da farkında olmadan bu fitne planlarına alet oluyor ve bu sözleri gâfilâne neşrediyorlardı. Hâlbuki Risale-i Nur düşmanlarının bu planına karşı Bediüzzaman Hazretleri şu çarpıcı cümlelerle talebelerini çok önceden ikaz etmişti:
“Maatteessüf Risale-i Nur’un imansız ve emansız (acımasız) cinn ve ins düşmanları, onun çelik gibi metin kal’alarına ve elmas kılınç gibi kuvvetli hüccetlerine mukabele edemediklerinden, çok gizli desiseler ve hafi (gizli) vasıtalar ile; haberleri olmadan yazanların şevklerini kırmak ve fütur vermek ve yazıdan vazgeçirmek cihetinde şeytancasına hücum edip darbe vuruyorlar.” [1]
Bu şekilde, Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin sağlığında bütün memlekete yerleşmiş olan hatt-ı Kur’ân hizmetinden insanları maalesef koparıyorlardı. Hüsrev Efendi ise, hatt-ı Kur’ân aleyhindeki bu tahribata karşı büyük bir cihada girişti ve yazı hizmetini yeniden canlandırmak için sistemli bir çalışma başlattı. Kur’ân yazısının muhafazası için talebelerine daima telkinlerde bulunuyor bu pek kıymetdâr hizmetin ne kadar mühim ve sevablı olduğu üzerinde tahşidat yapıyordu. Herkesin eski yazıyı kolaylıkla öğrenmesi ve kısa zamanda risaleleri yazmaya başlaması için yeni metotlar geliştiriyordu. Hüsrev Efendi’nin, bu gayet şuurlu gayretleri sayesinde, vatanın dört bir yanında yeni Nur Medreseleri açılıyor ve onun talebeleri, Hazret-i Üstad’ın başlattığı, “Kur’ân yazısını muhafaza ederek Risale-i Nur’la imana hizmet etmek” esasını, asliyetini bozmadan devam ettiriyorlardı. Böylelikle onlar, Nur Talebeleri’nin mümtaz bir vasıfları olarak Bediüzzaman Hazretleri’nin zikrettiği, “Bütün kuvvetleriyle hatt-ı Kur’ân’ı muhafaza etmeye” eskiden olduğu gibi şimdi de devam ediyorlardı. Risaleleri neşrederek Kur’ân’ın mânâ ve hakikatlerine hizmet ettikleri gibi yazı ve harflerine de hizmet ederek “Hizmet-i Kur’âniye” mânâsını tam anlamıyla yaşayıp yaşatmaya gayret ediyorlardı.
Hüsrev Efendi sohbetlerinde, Risaleleri yazmanın hem Kur’ân yazısını muhafaza etmek, hem de iman hakikatlerini neşretmek mânâsını taşıdığından mânevî bir cihad hükmünde olduğunu ve bu zamanda yüz şehid sevabı kazandırabileceğini, Risale-i Nur’da geçtiği tarz üzere anlatıyordu. Yine bir sohbetinde yazının kıymeti hakkında şöyle demişti:
“Risale-i Nur’u yazmak büyük bir mânevî cihaddır. Şehitlik mertebesi kazandırır. [2] Bu devirde kurtulmak şehit sevabı kazanmakla mümkündür. Çünkü Cenab-ı Hak şehitlerin bütün günahlarını af ediyor. Karanlık bir gecede, karanlık bir ormanın içerisinde bir kibrit başı kadar ışık bir insana ne kadar lazımsa, sizin sarf ettiğiniz mürekkebler âhirette o nisbette size fayda verecek.” [3]
Hüsrev Efendi, kalemle yazarak Risale-i Nur’a hizmet etmeyi Nur Talebeleri için bir kemale erme vesilesi olarak görmekte ve “Risale-i Nur yolunda insanlar risaleleri okuyup yazmakla ve yazdırmakla kemale ererler. Onun için bir kimse Risale-i Nur’un hakikatine ermek ve kemale ermek isterse onu, okuyup yazmalı ve yazdırmalı”demekteydi. Ona göre Kur’ân hattını (yazısını) muhafaza etmek için her gün mesai sarf etmek, kalplerin âhirete dönmesine de sebep oluyordu. Hatta bir gün bir talebesini “Kardeşim dikkat et! On beş gündür yazı yazmıyorsun, kalbin dünyaya dönüyor!” diye ikaz etmişti.
Bediüzzaman Hazretleri’nin Risale-i Nur Talebesi olmanın en mühim şartının Risale-i Nur’u yazmak ve yazdırmak olduğunu söylemesi gibi Hüsrev Efendi de Risale-i Nur dairesinde kalmanın en mühim şartının yazı yazmak, kalemle hizmet etmek olduğunu talebelerine daima söylerdi. Bir sohbetinde, şehid sevabının kazandıracağı azim faydalardan birini talebelerine şöyle ifade etmişti:
“Hepiniz, birer parmağınızı, sağ elinizin başparmağıyla şehadet parmağı arasına alıp sıkın! Ne kadar acı hissettiniz? İşte, şehid de ölüm anında ancak o kadar acı hisseder. Bu kazanç az mıdır?” [4]
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Kur’ân hakikatlerinin mânevî bir tefsiri olan Risale-i Nur’u neşretmenin mânevî büyük bir sadaka hükmüne geçtiğinden, “Sadaka belayı def eder” hadisine göre pek çok belanın def’ine vesile olduğunu eserlerinde mükerreren vurgulamıştı. Hüsrev Efendi de aynı hakikate işaretle, kalemle yazarak bu iman Kur’ân derslerini bilfiil neşretmenin pek çok belaların define vesile olacağına temas ederdi. Bir defasında aynı minval üzere talebelerinden biriyle aralarında şöyle bir konuşma cereyan etti:
“Bu kardeşin köyünde her sene birkaç kişi vurulurmuş; bir çocuk kavgasından, bir köpek kavgasından adam öldürülen bir köymüş” diye tarif ettiği bir talebe ile aralarında şu konuşmalar geçer:
“Sen kaç seneden beri yazı yazıyorsun?”
“Bir seneden daha uzun zamandır efendim.”
“Peki, o zamandan beri köyünüzde cinayet oldu mu?”
“Olmadı efendim”
“Ondan evvel”
“Ondan evvel, her sene üç beş kişi öldürülürdü efendim.”
“Bak kardeşim, sadece senin orada kalemle hizmetinin başkalarına da bu kadar faydası oluyor. O kötülüklere kalkan oluyor. Gerisini siz kıyas ediniz.” [5] İçinde yaşadığımız âhirzamanın dehşeti hakkında gelen hadislere göre “Bu zamanda imanı muhafaza etmek kor ateşi çıplak elle tutmak gibi” zordu. Bu tehlikeli hâli sık sık talebelerine hatırlatan Hüsrev Efendi, âhirzamanda kalemle hizmetin ve Kur’ân hattını muhafaza etmenin ehemmiyetini şöyle izah etmekteydi:
“Bugünkü günahlara karşılık gelebilecek hiç bir amel yoktur. Çünkü bu zamanda işlenen günahlar her asırdakinden çok daha fazladır. İmanı zedeleyecek ve ortadan kaldıracak dereceye gelmiş. Bu günahları karşılayacak sevablar, ancak şehid sevabı kazandıran amellerledir. Ancak Risale-i Nur’u yazıp neşretmekle kazanılan şehid sevabıyla bu günahlar karşılanabilir. Yoksa diğer ameller bu asırdaki günahlara karşılık gelmiyor. Şehid sevabı almadıktan sonra bu asırda yakayı kurtarmak zor. Çünkü işlemiş olduğu günahlara karşı mukabele edecek sevabı yok. Kalemle hizmet ederseniz Cenab-ı Hak şehid sevabı ihsan edecek. Sizin sabahleyin evinizden çıkıp akşam evinize girene kadar gözünüzden ve kulağınızdan gelen günahlara karşı şahsî ibadetinizin sevabı kâfi gelmez. Fakat eğer yazı yazarsanız ilim talebesi sınıfına dâhil olursunuz ve küllî bir ibadete mazhar olursunuz. Yarın kıyamet gününde İnşâallah kurtulur gidersiniz.” [6]
Hüsrev Efendi, Risaleleri okuyup yazarak iman hakikatleriyle bilfiil meşgul olmanın mânevî kirlerden arınmaya vesile olacağını bir sohbetinde verdiği şu misalle ifade etmiştir:
“Nasıl ki sanayide çalışan bir tamirci çırağı ne kadar istemese de mesaisi müddetinde kirlenmekten kurtulamaz. Ancak akşam eve döndüğünde tulumunu çıkartır, temizlik yapar, kirlerinden arınır. Bunun gibi siz de günahlardan uzak kalacağım deseniz de kalamazsınız. Lâkin akşam evinize geldiğinizde abdest alıp kalemi elinize alır Kur’ân hattıyla Risale-i Nurlar’ı yazarsanız aynen o tamirci çırağı gibi gün boyu kazandığınız mânevî kirlerinizden arınırsınız, tertemiz olursunuz.” [7]