Hüsrev Efendi sohbetlerinde, Risale-i Nur’un kıymet ve ehemmiyeti gibi, Bediüzzaman Hazretleri’nin yüksek mânevî makamı ve yaptığı hizmetin fevkalâde ehemmiyetine de sıkça temaslarda bulunurdu. Üstad’ına olan sevgi ve hürmetini sohbetlerinde sıklıkla dile getiren Hüsrev Efendi, Bediüzzaman Hazretleri’nden bahsederken büyük bir hürmet ve muhabbet içerisinde daima “Hazret-i Üstad” veya “Sevgili Üstad’ımız” diye anardı. Sohbetinde bulunan talebelerinin Bediüzzaman Hazretleri’nin mânevî büyüklüğünü iyi anlamaları için onlara izahlarda bulunurdu. Bir defasında Hazret-i Üstad’ın ilmî yüksekliğini, “Üstad Bediüzzaman öyle yüksek bir ilme sahipti ki ilminin üçte birini insanlarla paylaştı. Üçte ikisi ise muhatabı olmadığından kendiyle birlikte âhirete gitti” [1] diye ifade etti.
Başka bir sohbetinde ileri gelen talebelerine, “Bediüzzaman Hazretleri’nin mânevî makamı hakkında nasıl düşünüyorsunuz?” diye sordu. Onlardan kimisi, en büyük müceddiddir, kimisi de asırlardır gelmesi beklenilen en büyük kelam âlimidir gibi cevaplar verdiler. Bunun üzerine Hüsrev Efendi kendi kanaatini heybetli bir üslub içinde şöyle ifade etti:
“Eğer Üstad Bediüzzaman Hazretleri tertib-i mahlûkat cihetiyle Asr-ı Saadet’te gelmiş olsaydı dört halifeden biri olurdu. Eğer dört halifeden birisi bu asırda gelmiş olsaydı Bediüzzaman olurdu.” [2]
Yine bir sohbetinde; “Risale-i Nur mehdilik makamının en yüksek derecesinden yazdırılmıştır”[3] diyerek Hazret-i Üstad’ı en yüksek bir mânevî makamda gördüğüne Risale-i Nurlar üzerinden işaret etmiştir.
Yine bir gün sohbetinde, Bediüzzaman Hazretleri’nin ilmi hakkında şunları söyledi: “Hazret-i Üstad ilmini Hazret-i Ali’den (ra) almıştır. İlmi öyle çok, öyle yüksektir ki kimse ona yetişemez.”
Bediüzzaman Hazretleri’nin vefatıyla ilgili olarak da “Vuslatın en tatlı şerbetini içti” diyen Hüsrev Efendi bütün sohbetlerinde otuz yıl birlikte hizmet ettiği aziz Üstad’ını daima pek büyük hürmet ve muhabbet duyguları içinde anardı. Böylece talebelerini Bediüzzaman Hazretleri’ne ve Risale-i Nur’a karşı büyük bir sevgi ve fedâkârlık hisleriyle doldurur, imana hizmet aşkıyla yanından ayrılmalarını sağlardı.[4]