Nureddin Kaburgacı'nın Hatıraları

Isparta’nın yerlilerinden 1932 doğumlu Nurettin Kaburgacı, 1949-1959 yılları arasında on sene kadar Hüsrev Efendi’nin hizmetinde bulunmuş, her gün yanına gelip giderek emri altında hizmet etmiştir. Halen hayatta olan Nureddin Kaburgacı’nın günlüğüne yazdığı hatıraları, o döneme ışık tutan ilk elden bilgiler olması açısından mühim bir kıymet ifade ediyor.

“Hüsrev Efendi’yi ilk ziyaretim 1949 başlarıdır. Onu ilk gördüğümde adeta kendimden geçtim. O mübarek simasını görünce üzerimden ter boşandı. Bize tahmini olarak iki saat falan ders verdi. Onu gördüğünde, mânevî olarak kendinden geçtiğin bir zaman olur, için ferahlar ve hiçbir düşüncen kalmazdı. Kendisi o kadar sakin, o kadar narin idi ki, hiç kimsenin kalbini kırmayacak biriydi.

Bütün dersleri sırf risalelerdendi. Üstad’ın hayatından, Asâyı Musa’dan, Sözler Mecmuası’ndan, devamlı onlardan okurdu. Hüsrev Üstad’ım ders vermeye başladı mı, inanın iki-üç saat, dört saat kendimizi unuturduk. O da unuturdu. ‘Bu kadar vakit geçti mi yahu?’ diyerek irkilirdi. Yani nasıl vakit geçtiğini bilemezdik. Artık aldığımız mânevî kuvvetten dolayı olsa gerek, kendimizi unutur ve öyle bir zaman geçtiğini hissetmezdik.

Bir gün Hüsrev Efendi Üstad’ımız dedi ki; “Nurettin, Üstad’ımız Bediüzzaman Hazretleri Isparta’ya gelmek taraftarıymış. Çevrede herhangi bir münasip yer olmadığı için buraya, benim kaldığım bu eve dâvet ettim ve o da rıza gösterdi. İnşallah yakın tarihte Üstad’ımız Isparta’ya gelecek” dedi. 1951’in Kasım ayında arkadaşım Halit’le (Allah rahmet eylesin) beraber hem Hüsrev Üstad’ın evini, hem de yukarı katta Üstad’ın geleceği yeri temizledik. Yani ilk gelme tarihi 1951 senesinin on birinci ayıydı.

Nureddin Kaburgacı’nın 1951 tarihli günlüğünde Bediüzzaman Hazretleri’nin Hüsrev Efendi’nin evinde kalmak üzere geldiği 18 Kasım tarihini ve Kaburgacı’nın Üstad’la görüştüğü 26 Kasım tarihini gösteren notları

Nureddin Kaburgacı’nın 1951 tarihli günlüğünde Bediüzzaman Hazretleri’nin Hüsrev Efendi’nin evinde kalmak üzere geldiği 18 Kasım tarihini ve Kaburgacı’nın Üstad’la görüştüğü 26 Kasım tarihini gösteren notları

Üst katta Üstad’ımız Bediüzzaman Hazretleri, alt katta Hüsrev Efendi, tahmini üç ay kadar beraber kaldılar. Hüsrev Efendi, ablası Hatice Hanım’a ait olan bu eve daha bir ay önce, 1951’in Ekim ayında taşınmıştı. O güne kadar hemen arka sokakta bulunan babasından kalma evde ikamet ediyordu. Bu evin miras paylaşımı sırasında abisine intikal etmesi üzerine oradan ayrıldı ve o sıralar Ankara’ya taşınmış olan ablasının boş durumda olan evine yerleşti. Küçüklüğünden beri kendisini çok seven ablası, “Hüsrev bu ev benim değil, senin” diyerek gönül rızasıyla evi onun hizmetine açmıştı. Bediüzzaman Hazretleri de Isparta’ya geldiğinde bu evin müsait olan ikinci katında kalmaya başlamıştı. Fakat daha sonra (Üstad’ın 1953 yılında Isparta’ya yerleşmek üzere tekrar geldiğinde), Üstad’a gelen giden fazla ziyaretçi olması münasebetiyle ve aynı zamanda ikisinin bir arada olmasından dolayı emniyetin daha fazla sıkıştırması sebebiyle Üstad’ımız Bediüzzaman Hazretleri başka bir ev bulunmasını istedi. Hatta Hüsrev Efendi bunu bana bizzat anlattı ve Hazret-i Üstad’ın: “Ben buradayken Hüsrev’e hizmet ettirmiyorlar. Yakınlarda başka bir yer bulalım” dediğini bana söyledi. Bunun üzerine, Bediüzzaman Hazretleri’ne şimdiki bilinen oturduğu evi kiraladılar.

Nureddin Kaburgacı’nın notlarında Hüsrev Efendi’nin ablasının evine taşındığı tarih

Nureddin Kaburgacı’nın notlarında Hüsrev Efendi’nin ablasının evine taşındığı tarih

Hüsrev Efendi’nin Senirce Köyü’nde babalarından kalma geniş arazileri vardı. Oradan Yaşar Ağabey diye bir ortağı vardı. O arazileri eker, sene sonunda gelir, hesabını verirdi. Onunla maişet noktasında rahatlıkla idare eder, hiçbir kimseden de ne bir kuruş, ne bir hediye ne bir şey kabul etmezdi.

Üstaddan gelen mektublar evvela Hüsrev Üstad’a gelir, orada çoğaltılarak her tarafa gönderilirdi. Onun evi, bir nevi santralin başıydı. Hizmeti düzenleyen, bütün haberleşmeyi yapan oydu. Gelen mektubları Hüsrev Üstad bizlere verir, biz de beşer nüsha çoğaltır gelirdik. Bu şekilde çoğaltılan Üstad Bediüzzaman’ın mektubları, Van, Erzurum, Eskişehir, Afyon, daha sonra üstadın buraya gelmesiyle Emirdağ, Barla gibi çok adreslere gönderilirdi. Sonradan adresler çoğaldıkça el yazmalarıyla yetiştiremez olduk. Bunun üzerine Hüsrev Üstad İstanbul’dan teksir makinesi getirtmeye karar verdi. Kimin vasıtasıyla geldi bilmiyorum. Gelen teksir makinesini herhalde Sav’dan İbrahim Gül olsa gerek, onun evine yerleştirdik. Hüsrev Üstad’ım mumlu kağıda demir kalemle bu risaleleri yazar, ondan sonra baskıya, Sav’a götürürdük. İlk Asâyı Musa’dan başladı herhalde. Sonra Üstaddan gelen mektubları aynı şekilde çoğalttık. Bir iki sefer jandarmalar Sav’ı basıp arama yaptılar. Teksir makinesini yakalayıp emniyete götürdüler. Daha sonra makine oradan geri alındı.

Teksir edilen mektublar posta ile gönderilemiyordu. Çünkü emniyetin takibi çok sıkıydı. Ancak Nur Talebeleri bizzat ellerinde götürerek veya Hüsrev Üstad’a ziyarete gelen kişiler vasıtasıyla gönderilmek sûretiyle dağıtılıyordu. Yani o kadar zor şartlar altında inkişaf etti ki bu Risale-i Nur! Fakat o zamanki mânevî haz bu zamanki gibi değil. O zamanki mânevî haz daha bambaşkaydı! Cenab-ı Hakk’a şükür…

Hüsrev Üstad’ımın bazen canı sıkıldığı vakit, Halife Sultan tarafına giderdik. Bir gün “_Nurettin, yarın sabahleyin gezmeye çıkalım. Ben namazı Antalya yolu üzerindeki Demirköprü’de kılayım, sen de oraya gel_” dedi. Ertesi sabah ben köprüye vardığımda baktım, seccadeyi yazmış oturmuş. Ondan sonra, ben selamün aleyküm derken yanında büyük bir köpek olduğunu gördüm. Aynen dört ayağının üstüne oturmuş duruyor. Köpeği görünce birden irkilip hemen geriye çekildim. “Nurettin korkma!” dedi. “Ben buraya geldim. O da geldi yanıma oturdu. Cenab-ı Hak bunu beni muhafaza için gönderdi” dedi. Ondan sonra köpeğe “Hadi git artık tamam” dedi. Köpek o anda bıraktı gitti. Üstad’ımızın bu kerâmetini bu şekilde gözümle gördüm.

Başka bir hâdise de Eğirdirli Hacı Aziz (Mustafa Efendi) [1] diye ehl-i kalp birisi vardı. O alimlerden bir kişiydi. Kendisi meczup gibi, fakat ilmi olan bir zattı. Sesi çok güzeldi. Hüsrev Üstad’ın evine geldi mi zili çalmaz, Besmeleyi çeker, Allah’ın evliya kullarına korku ve hüzün yoktur mânâsındaki;

اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ“Dikkat edin! Şübhesiz, Allah’ın velî kullarına hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun (da) olmayacaklardır.” âyetini okurdu. Hüsrev Üstad hemen onun geldiğini bilir, “Benim kardeş geldi” der ve kapıyı açardı. Yani o ehl-i kalp meczup zat da Hüsrev Üstad’ı evliya hükmünde görürdü.

Ben Hüsrev Üstad’ımızın kendi dilinden duydum: Üstad Bediüzzaman, Hüsrev Efendi’ye, “Ben öldükten sonra Hüsrev kardeşimizi yerime geçireceğim” demiş. Yani “Benim vekilim Hüsrev’dir. Benden sonra benim yerime vekâlet edecek” diye kendi ağzından Hüsrev Üstad’ın işittiğini ben de onun ağzından mükerrer defalar duydum. Yani biz Bediüzzaman Hazretleri’nin vefatından önce, yerine Hüsrev Efendi’nin geçeceğini kat’î olarak biliyorduk.” [2]

[1] Hacı Aziz Şeyh Mustafa Efendi, Hulusi Ağabey Eğirdir Dağ Komando Okulu’nda subayken, ona Barla’yı göstererek senin doktorun orada diye Hazret-i Üstad’a gitmesini tavsiye eden kişidir Geri
[2] Hayrât Vakfı Arşivi Geri