Savlı Tevfik Gül’ün Hatırası

“Bir gün Sav’a bir mektub geldi. Amcam ‘Mustafa Gül’ mumlu kâğıda yazıp teksir makinesinde çoğalttıktan sonra Üstad’a göndermek istedi. Üstad Isparta’da, Hüsrev Efendi’nin kaldığı evin üst katında kalıyor. Mevsim kış, çok soğuk var. Her tarafta kar ve yollarda buz var. Komşu komşuya çıkamıyor. ‘Bunları Üstad’a kim götürecek?’ dedi. ‘Ben götürürüm amca’ dedim ve bir kardeşle yola çıktık. Köye (Sav) gelen bir kamyon varmış onunla gidelim dedik, kamyona bindik. Fakat hava o kadar soğuk ve buzlu ki, kamyon biraz gittikten sonra kaydı ve yolda kaldı. O gün Üstad’a gidemedik. Ertesi gün çorapları çizme gibi ayağımıza çektik, ayağımızda çarık, o zaman çizme yoktu. Ellerimizde eldiven, kafayı da sardık, yaya olarak Isparta’ya vardık.

Bizi Hüsrev Efendi karşıladı, mektubları aldı. Üst kata Üstad’ın yanına çıkmadan biz: ‘Ağabey, malûm ya, buralara kadar gelmişken Üstad’ı bir ziyaret edelim’ dedik. ‘Üstad hasta konuşamıyor’ dedi. Biz de, ‘biz konuşturmayız sadece elini öpsek yeter’ dedik. ‘Peki söyleyeyim, eğer müsaade ederse ziyaret edersiniz’ dedi ve yukarı çıktı. Başka kimse yok. Üstad ‘hasta olduğunu kimseyi kabul edemeyeceğini’ söylüyordu. Biz alt kattan hafifçe duyuyorduk. Hüsrev Efendi gelenlerin Sav’lı olduğunu ve hizmet için geldiklerini söyleyince Üstad hemen kabul etti.

Üstad’ımız şahsı için gelenleri kabul etmiyordu. Yukarı kata çıktık. Hüsrev Efendi: ‘Üstad’ım, bunlar Sav kahramanları’ diye bizi takdim etti. Üstad Hazretleri bizi ayakta karşıladı.Üç kez “Mâşaallah-Bârekallah! Mâşaallah-Bârekallah! Mâşaallah-Bârekallah!” diyerek bizlere iltifat etti.

Üstad Şark Kürdî şivesiyle konuşuyordu. Şu risalelerdeki belâgat, yüksek edebiyat ve ifadeler, bu zatın mı? diye düşünülürdü. Üstad’ımızın vazife başında apayrı bir şahsiyeti vardı. Şark şivesiyle konuşmaya devam etti. ‘Hüsrev bunlar Savlidir?’ Yanımdaki arkadaş, benim “Hâfız Mehmed”in oğlu olduğumu söyleyince Üstad: ‘Hangi Hafız Mehmed’in oğli?’ dedi. Ben ‘Savlı Hâfız Mehmed’in oğlu’ deyince ‘Haa! Savli Hâfiz Mehmed’in oğli?’ Sonra bana: ‘Gel, gel, gözlerinden öpeyim seni’ dedi, çekti gözlerimden öptü. Arkadaşımı da ‘gel gel senin de gözlerinden öpeyim’ dedi.

Oturun bakalım deyip oturttu bizi. ‘Babanın makamını biliyor musun?’ diye bana sordu. ‘Ben ne bileyim Üstad’ım’ dedim. ‘Hacı Hâfız, baban Hâfız Muhammed, Savalı Hâfız Ahmed, onları ismen ecdadımla beraber duamın içine alıyorum’ dedi. (Bu üçü burada -Sav’da- vefat etmişti. Babam 1944’de Üstad Denizli Hapsi’nde iken vefat etmişti.) ‘Siz de onlar gibi olmalısınız, onlar az zamanda çok vazife yaptılar, o mertebelere yetiştiler, siz de onlar gibi olmalısınız’ dedi. ‘Baban aktabların içindedir. Hafız Ali ve Mehmed Zühdü ile beraber aktab ve kutublarla bir çizgide geçiyorlar’ diyerek gökyüzünde eliyle şöyle bir yay çizdi.

Sonra Üstad: ‘Kardeşlerim! Bütün Âlem-i İslâm Türkiye’ye bağlıdır; Türkiye Isparta’ya bağlıdır; Isparta Sav’a bağlıdır; Sav Risale-i Nur’a bağlıdır; Risale-i Nur Kur’ân-ı Azîmüşşân’a bağlıdır; Kur’ân-ı Azîmüşşan da Arş-ı Âla’ya bağlıdır’ diyerek bin kalemle yazan Sav’a verdiği ehemmiyeti belirtti.

Sonra Üstad: ‘Bu gelişimde Sav’a gelecektim. Fakat Sav, köy olması dolayısı ile ziyarete gelecekler, kabul etsem tahammülüm yok, kabul etmesem gücenecekler, hem nazar-ı dikkati celp edecek. Onun için benim gelemediğimi ve selâmımı söylersiniz. Ben Sav Karyesi’ne küçük-büyük, avam-havas, taşına-toprağına dua ediyorum. Ben Sav Karyesi’ni Câmiü’l-Ezher olarak kabul ediyorum’ dedi.” [1]

Tevfik Gül’ün babası Hâfız Mehmed Gül, 1944 yılında Hâfız Ali’nin şehâdetinden iki hafta sonra Sav’da vefat eder. Vefatı üzerine o vakit Denizli Hapsi’nde bulunan Bediüzzaman Hazretleri şu tâziye mektubunu yazar:

“Hakikaten Hâfız Ali, Hâfız Mehmed ve Mehmed Zühdü’nün vefatları; değil yalnız bize ve Isparta’ya, belki bu memlekete ve Âlem-i İslâm’a büyük bir zayiattır. …

Benim tarafımdan o Hâfız Mehmed’in akrabasını ve mübarek köyünü tâziye ediniz. Ben de onu Hâfız Ali ve Mehmed Zühdü’ye arkadaş edip, üstadlarımın aktab kısmının isimleri içinde o üçünün isimlerini dâhil edip, Hâfız Âkif’i dahi Âsım ve Lütfi’ye arkadaş ettim.” [2]

[1] Ağabeyler Anlatıyor, c. 2, s. 138 Geri
[2] Osmanlıca Şuâlar, s. 410 Geri