Bediüzzaman Hazretleri’nin vefatının verdiği büyük teessür ve üzüntülerin üzerine bir de 1960 darbesinin eklenmesi cematte bir dağınıklığa sebeb olmuştu. Bu olumsuz havanın, zaman içinde bütün Nur Talebeleri’nin Hüsrev Efendi etrafında toplanmasıyla izale olması gerekiyordu. Lâkin gizli mihrakların dessas planlar ve hafî vasıtalarla araya girmesiyle bu dağınıklık artarak devam etti. Hüsrev Efendi üç sene boyunca mahzun bir şekilde bu hâlin sona ermesini beklediyse de bir değişiklik olmuyordu. Kalpler ve zihinler bulandırılmaya devam ediliyordu. Ispartalı yakın talebelerinin şehadetiyle, Anadolu’dan onu ziyarete gelenlerin de çoğu buna muvaffak olamadan geri dönüyorlardı. Isparta’ya gelen ziyaretçilere Hüsrev Efendi’ye ulaşamadan müdahale ediliyor ve “O tamamen inzivaya çekildi ve ziyaretçi kabul etmiyor” denilerek geri döndürülüyorlardı.
Sonunda Hüsrev Efendi, hizmette meydana gelen bu kopukluk ve lâkaydlıkların ve etrafındaki kuşatmanın böyle devam edemeyeceğini düşünerek yeni bir hizmet hamlesi yapmaya karar verdi. Bazı kimselerde görülmeye başlayan Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini incitecek yanlışlıkların, zamanla bu mukaddes iman hizmetini bütün bütün yoldan çıkaracağından endişe eden Hüsrev Efendi, gününün yarısını, evine gelen ziyaretçilerine ayırdı. “Benim hiç bir ihtiyacım yok çok şükür. Baktım hizmet darmadağın olacak bir noktaya doğru gidiyor. Sırf Allah’tan korktuğum için Kur’ân yazmaya ayırdığım zamanımı yarıya indirip günün yarısını ziyaretçilere tahsis ettim” diyordu.
Hakikaten Hüsrev Efendi, Üstad’ı Bediüzzaman Hazretleri gibi insanlardan müstağnî bir hayat sürer, kimseye ihtiyaç arz etmezdi. Hazret-i Üstad’ın maişetçe sıkıntı çekmeden, insanlara muhtaç olmaksızın bir hayat geçireceğine işaret eden Şeyh Geylânî’nin kasidesindeki, “Said maişetçe mesud olarak yaşar” mânâsındaki تَع۪يشُ سَع۪يدًا fıkrasının kendisi gibi Hüsrev Efendi’ye de işaret ettiğini Bediüzzaman Hazretleri yıllar öncesinden bildirmişti. [1] Hüsrev Efendi, bu mes’eleden bahseden “8. Lem’a İşaret-i Gavsiye Risalesi”nin yazıldığı 1933’lerde olduğu gibi ömrünün sonuna kadar da aynı hâli devam ettirmiş ve babasından kalan geniş arazilerinin geliriyle maişetçe rahat yaşayıp kimseye muhtaç olmadan ömür sürmüştür.
1963 senesinde yakın talebelerinden Isparta’nın her mahallesinden kendisine ikişer genç getirmelerini istedi. Onların bulup getirdiği ve Hüsrev Efendi’nin, “Sizler benim yetiştirdiğim üçüncü filizsiniz” dediği hizmet kervanına yeni katılan bu genç talebeler, Üstadlarından aldıkları büyük bir feyizle, şevk ve gayret içerisinde çalışmaya başladılar. Böylece Bediüzzaman Hazretleri tarafından tesis olunan Risale-i Nur’un aslî hizmet şekli, Hüsrev Efendi’nin keskin firâset ve inayet altındaki idaresi altında süratli bir şekilde yayılmaya başladı. Önce Isparta’nın on bir merkezinde ve daha sonra diğer vilâyetlerde açılan 81 medresede nurânî bir faaliyet başladı. Bu medreselerde binlerce insan, Risale-i Nur’daki iman ve Kur’ân derslerini tahsil etmeye ve Kur’ân yazısı öğrenmeye başladılar.
Hüsrev Efendi 1963 yazına doğru, Erkân-ı Sitte’den Kuleönülü Hâfız Mustafa’nın oğlu Said Nuri Hoca Efendi’yi Isparta’ya çağırarak kendisinden Hızır Bey Mahallesi’ndeki merkez medresesinde kalıp ders vermesini istedi. 1968 yılına kadar altı sene devam eden bu medresede hem Isparta içinden gelenlere, hem de dışarıdan gelen ziyaretçilere Risale-i Nur dersi veriliyordu. Zira Hüsrev Efendi dışarıdan ziyaretine gelenlerden bir süre de olsa medresede kalıp kendilerini yetiştirmelerini istiyordu. Bu sebeble Hızır Bey Medresesi, günün yirmi dört saati faal ve açık durumdaydı. Ayrıca mahalle çocuklarına yönelik yoğun bir Kur’ân ve itikad dersi de verilirdi. Okutulan çocukların sayısı yaz günlerinde yüz yirmiyi buluyordu. Bu hummalı eğitim faaliyetinde on bir kalfa yardımcı olarak hizmet veriyordu. Fakat bütün bu çalışmalar, öyle serbest bir huzur ortamı içinde değil, çok sıkı takip ve baskılar altında yapılıyordu. Polis tarafından yapılan baskınların sayısı belli değildi. Baskından önce bütün sokak başları polislerce tutuluyor, kimsenin kaçmasına müsaade edilmiyordu. Böyle yapmakla ebeveynlere korku salarak çocuklarını medreselere göndermeleri engellenmeye çalışılıyordu. Bu baskınlar sebebiyle bazı duraklamalar olsa da herşeye rağmen hizmetler devam ediyordu. Bu çalışmalar neticesinde, Cenab-ı Allah Hüsrev Efendi’ye Nur Hizmeti’ni Bediüzzaman Hazretleri’nin bıraktığı şekliyle istikbale taşıyacak genç, fedakâr, iman ve cesaret timsali talebeler ve dava arkadaşları nasib etti.
Hüsrev Efendi bu kahraman talebelerini ‘Sizler benim yetiştirdiğim üçüncü filizsiniz’ diyerek taltif etmişti. Talebelerinden birisi, “Üstad’ım, efendim, dua edin de biz de sizden ayrılmayalım!” dediğinde “Kardeşim! Siz benden ayrılmadıkça ben sizden ayrılmam!” diye cevap vermiştir. Hakikaten Risale-i Nur’un ‘Üçüncü Filiz’i Hüsrev Efendi’ye kudsî iman hizmetinde hâlis birer omuzdaş oldular ve Risale-i Nur Talebeliği ünvanına yakışan bir kahramanlık ve cesaretle iman ve Kur’ân hakikatlerini nesl-i âtiye ulaştırdılar. Hüsrev Efendi’ye karşı yapılan bütün su-i kasdlara, yıpratma ve engel olma faaliyetlerine karşı, onun etrafında halkalanarak göğüs gerdiler. Saff-ı evvel Nur Talebeleri’nde olduğu gibi bu yeni gençlerin de çoğu Ispartalı’ydı. Bediüzzaman Hazretleri Isparta Nur Talebeleri’nin bu cesaret ve kahramanlıklarına mektublarında işaret etmiş ve şöyle demişti:
“Isparta Kahramanları’nın gösterdikleri hârikalar ve cihanpesendâne (dünyaya meydan okurcasına) hidemat-ı nûriyenin (nur hizmetlerinin) esası, hârika sadakatları ve fevkalâde metanetleridir (dayanıklılıklarıdır). Bu metanetin birinci sebebi: Kuvvet-i imaniye ve ihlas hasletidir. İkinci sebebi: Cesaret-i fıtriyedir.” [2]
Isparta Kahramanları’nın bu fevkalade sadakat, ihlas, kuvvet-i iman ve fıtrî cesaret sıfatları sebebiyle Bediüzzaman Hazretleri hayatı boyunca Nur Hizmeti’nin merkezine Isparta Talebeleri’ni koymuş ve diğer Nur Talebeleri’ne onları adres göstererek şöyle demiştir:
“Kardeşlerim. Ben dünyaya bakamıyorum. Heyetinizdeki Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini konuşturmak ve reyini almak için meşveret ediniz. Çelik gibi metîn Isparta mübarek ve kahraman kardeşlerinizle mümkün oldukça müdavele-i efkâr ediniz (fikir alış-verişi yapınız). Bâki çok selam. Said Nursî” [3]
Yine bu bahtiyar ‘Üçüncü Filiz’, -ileride görüleceği gibi- Hüsrev Efendi’nin yazdığı Tevâfuklu Kur’ân-ı Kerîm’i tab ederek Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin hayatı boyunca arzu ettiği fakat şartların elverişsizliği yüzünden gerçekleştiremediği en büyük bir emelini de gerçekleştirmiş oldular.