Hüsrev Üstad’ın Namazı

Allahu Teala Kur’ân’da mü’minlerin sıfatlarını sayarken, “Onlar ki namazlarında huşu içindedirler” [1] buyuruyor. Resûl-ü Ekrem (asm) da ihsan makamını, “Allah’a O’nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da o seni görüyor.” [2] diye tarif etmektedir. Bediüzzaman Hazretleri, namaz esnasında mü’minlerin taşıması gereken hâlet-i ruhiyeyi şöyle izah eder:

“(Allah’ın) nihayetsiz rahmetinin iltifatına iltica edip (sığınıp), hesabsız nimetlerine karşı şükür ve hamd ederek, izzet-i rububiyetine karşı (Rabliğinin yüksek makamı karşısında) zelîlâne (alçalarak) rükûa gidip, sermediyet-i ulûhiyetine (İlahlığının devamlılığına) karşı mahviyetkârâne (tevazuyla) secde ederek, hakiki bir teselli-i kalb, bir rahat-ı ruh bulup huzur-u kibriyasında (büyüklüğünün huzurunda) kemerbeste-i ubudiyet olmak (kulluğa el bağlamak)” diye gayet latif ve ulvî duygularla izah eder.

Hayatı boyunca arkasında namaz kılan pek çoklarının şehadetiyle Bediüzzaman Hazretleri, burada tarif ettiği gibi ulvî, hazîn ve mahviyetkârâne duygular içerisinde namaz kılardı. Namaza başlarken aldığı tekbirin mânevî azametiyle, bulundukları odanın titrediğine pek çokları şâhid olmuşlardır. Bediüzzaman Hazretleri, kendisine Cenab-ı Hakk’ın mahza bir lütfu olarak gördüğü bu kulluk hâlini Mektubat Mecmuası’nda tahdis-i nimet sadedinde şöyle izah eder:

“Ubudiyet (ibadet) vaktinde dergâh-ı ilahiyeye müteveccih olduğum vakit, Cenab-ı Hakk’ın ihsanıyla bir şahsiyet veriliyor ki, o şahsiyet bazı âsârı (halleri) gösteriyor. O âsâr, mânâ-yı ubudiyetin esası olan: ‘Kusurunu bilmek, fakr ve aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı ilahiyeye iltica etmek’ noktalarından geliyor ki; o şahsiyetle, kendimi herkesten ziyade bedbaht, âciz, fakir ve kusurlu görüyorum. Bütün dünya beni medh ü senâ etse, beni inandıramaz ki ben iyiyim ve sahib-i kemâlim.” [3]

Risale-i Nur’un ders verdiği ve Bediüzzaman Hazretleri’nin bizzat tatbik ettiği; Allah’ın huzurunda huşû ve huzû ile namaz kılmak hâli, başta saff-ı evvel talebeler olmak üzere Hâfız Ali, Hulusi Yahyagil ve Tâhirî Mutlu Efendiler ve emsali Nur Talebeleri’nde de müşahede olunmaktaydı.

Bu nevden olarak Bediüzzaman Hazretleri’nin “Risale-i Nur’un kahramanı” ünvanını verdiği Hüsrev Efendi de namazlarını huşu içerisinde ve tam bir huzurda olma haliyle kılardı. Arkasında namaz kılan bütün talebeleri buna dâima şâhid olmuşlardır. Hüsrev Efendi’nin arkasında namaz kılarken aldıkları feyzi başka hiç bir yerden almadıklarını söylemektedirler. Tekbir almadan önce huzur arardı. Huzur bulmadan namaza durmazdı. Bazen bir kaç dakika huzur buluncaya kadar “Estağfirullah, estağfirullah” diye istiğfara devam ederdi, sonra tekbir alırdı.

Aynen kendi talebeleri gibi, ziyaretine gelen bazı kimseler dahi onun fevkalade feyizle kıldığı namazlarına şâhid olup nakletmişlerdir. Bunlardan bir kaçı şöyledir:

Mustafa Sungur Anlatıyor:

“Hüsrev Ağabeyin namaz kılması muhteşemdi. Kılarken iki büklüm oluyor, Fâtiha’yı ve diğer sûreleri tâne tâne ve yürekten okuyordu. Bir keresinde namaz kılarken dışarıdan gelen gürültüler huşûunu engellemişti. Birkaç kez namaza durdu, tekrar bozdu. En sonunda gaz ocağını yaktı ve onun çıkardığı ses, dışarıdan gelen gürültüyü bastırdığı için huzurla namazını kıldı.” [4]

Ali Tunç Anlatıyor:

“Üstad’ın vefatından sonra dedemle beraber Hüsrev Ağabey’in ziyaretine gitmiştik. Öğle, ikindi ve akşam namazlarını arkasında kıldım. O güne kadar pek çok âlimler, veliler görmüş, arkasında namaz kılmıştım. Hatta pek çok Nur Talebesi ağabeyin arkasında da namaz kıldım. Fakat Hüsrev Ağabey’in arkasında kıldığım namazda okuduğu Fâtiha, zamm-ı sûre ve o namazdan aldığım heybet ve lezzeti hiçbirinden almadım.” [5]

Sıddık Dursun Anlatıyor:

“Gerçekten birinci safta yer alan, Üstad’ın “benim yerimde” deyip iltifatına mazhar olan bir zatla (Hüsrev Efendi’yle) görüşmenin kolay olmayacağı şuuru içerisinde kapıyı çaldım. Kapıyı açtıklarında büyük bir muhabbet ve şefkatle karşılandım. Kalabalık bir cemaat vardı ve dizleri üzerinde oturuyorlardı. Kemal-i tazimle ellerini öptüm ve kendimi takdim ettim. Memnuniyetini izhar ettiler ve sohbetlerine devam ettiler.

Çok uzun sohbet ettiler. Şunu itiraf edeyim ki, o sohbet ederken gerçekten ben başka bir dünyaya gittiğimi zannettim. Farklı bir âlemde seyahat ediyordum. O hâlet-i ruhiyeyi burada anlatmak mümkün değil. Çünkü o âlem yaşanır, anlatılmaz. …

Aradan saatler geçmişti. İkindi namazı gelmişti. İkindi namazını kılmak için saf tuttuğumuzda, imamlığa geçtiğindehayatımda o kadar huzurlu namaz kılmak nasib olmamıştı. Büyük bir huzur ile “Allahu Ekber” deyince ayakları sabitti ve fakat vücudu hareketliydi. İkindi namazı kılıyorduk. Derinden bir ses edasıyla okuduğu Fâtiha duyuluyordu. Namaz bittikten sonra o huzuru bir daha bulmadımdiyebilirim. Beş saate yakın sohbetimiz devam etti.” [6]

[1] Mü’minûn Sûresi, 2. âyet Geri
[2] Buhârî, İman, 37. Geri
[3] Osmanlıca Mektubat, s. 147 Geri
[4] Cemil Tokpınar, “Isparta Kahramanları’nın Namazı” Sunumu, Isparta Kahramanları Sempozyumu 21-23 Aralık 2012 Geri
[5] Cemil Tokpınar, “Isparta Kahramanları’nın Namazı” Sunumu, Isparta Kahramanları Sempozyumu 21-23 Aralık 2012 Geri
[6] Nurculuğun Tarihçesi, s. 394 Geri