İçindekiler

Zübeyr Gündüzalp’in Hüsrev Efendi’ye Mektubu

Bediüzzaman Hazretleri’ne ömrünün son on yılı içinde tam bir sadakatle hizmet eden Zübeyr Ağabey genç yaşta vefat etmezden birkaç ay evvel Hüsrev Efendi’ye yazmış olduğu bir mektubda onun Nur Camiasının başındaki vazifedarlığına temas ederek şu satırları kaleme almıştır:

Cenab-ı Hak’tan siz ağabeyimiz efendimize uzun ömürler dilerim. Nur Camiasının başında daha çok uzun seneler bulunmanızı, bu mukaddes hizmette ebediyen muvaffak ve payidar olmanızı niyaz ederim. Muazzez efendim! Bu biçare ve çok hakir ve çok kusurlu kardeşinize dua ettiğinizi Üzeyir kardeşimizden duyunca dünyalar benim olmuş gibi memnun oldum. Ciğerlerimden, kalbden, mideden, romatizmadan, safra kesesinden ve sinirlerden o kadar hasta oluyorum ki, günlerimin hemen hepsi yatmakla geçiyor. Böyle hizmetsiz, böyle boş boşuna ömür geçirmek bana çok ağır geliyor. Ölümü çok istedim ve istiyorum. Böyle hizmetsiz bir halde yaşamaktansa ölmek daha evladır diyorum. Hem böyle çok elemli ve çok azaplı ve sıkıntılı bir hayatta olmam, hem de size bir rahatsızlık vermemeleri için çok ihtiyatlı olmam yüzünden gerek ziyaretinizde, gerek mektubla arz-ı ihtiramda bulunmakta kusurlarım oldu. Beni helal ediniz. Çünkü Üstad’ımızın âhirete teşrifinden sonra birçok hususlarda olduğu gibi sizden de (sizin hakkınızda da) çok soru sual ettiler. Tehditlerle, şiddetle bir şeyler söyletmeye çalıştılar. Bilhassa Nur Talebeleri’nin sizin hakkınızda olan kanaat ve bağlılıklarını söyletmeye çalıştılar. [1] Elhamdulillah muvaffak olamadılar. Beni uzun zaman polis ekipleri jiple takip ettiler. Hâlâ da yine boş bırakmıyorlar. Fakat eskisi kadar değil. İşte bu sebeblerden size mektub dahi yazamadım. Kusurumu afv buyurun. (…) Hürmetle el ve ayaklarınızdan öper dualarınızı rica ederim efendim.

El-Bâkî Hüve’l-Bâkî çok kusurlu ve alîl (hasta) zelil kardeşiniz Zübeyr” [2]

Zübeyr Gündüzalp’in Hüsrev Efendi’yi Nur Camiası’nın başında olarak tarif ettiği mektubu:

Zübeyr Gündüzalp’in mektubu 1

Zübeyr Gündüzalp’in mektubu 1

Zübeyr Gündüzalp’in mektubu 2

Zübeyr Gündüzalp’in mektubu 2

Zübeyr Gündüzalp’in mektubu 3

Zübeyr Gündüzalp’in mektubu 3

Zübeyr Gündüzalp’in mektubu 4

Zübeyr Gündüzalp’in mektubu 4

Zübeyr Ağabey’in 1970’lerde vefatına yakın gönderdiği anlaşılan bu mektubunda Hüsrev Efendi’ye hitaben “Nur Camiasının başında daha çok uzun seneler bulunmanızı, bu mukaddes hizmette ebediyen muvaffak ve payidar olmanızı niyaz ederim”şeklindeki beyanları ve “el ve ayaklarınızdan öperim” diyecek kadar hürmetkar ifadeleri kendisini uzun seneler ziyaret edemese de onun Nur Hizmeti’nin başında olduğunun ikrar ve itirafı mahiyetindedir

Hüsrev Efendi’nin Vazifedârlığına Dair Ahmed Feyzi Kul’un Mektubu

Risale-i Nur’un önde gelen hatib talebelerinden olan ve Bediüzzaman Hazretleri’nin kendisine “Risale-i Nur’un avukatı” namını verdiği Ahmed Feyzi Efendi’nin Bediüzzaman’ın vefatı ardından Nur Talebeleri’ne hitaben kaleme alarak memleketin değişik merkezlerine gönderdiği şu mektub, bütün Nur Talebeleri’ni Hüsrev Efendi etrafında toplanmaya dâvet etmesi ve bunun lüzumunu delillerle ortaya koymuş olması açısından gayet manidardır.

“بِاسِه۪ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ الاَّ يُسَبِّحُ بِحمَدِْ ه۪ اَبَدًا دَٓائًا ُٓاَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحَْمةُ اللهِ وَ بَرَكَاتُه

Nur’un en fedakâr ve kahraman hizmetkarı ve büyük Üstad’ımızın en hakiki yaver-i vefadarı muhterem ağebeyimiz Ahmed Hüsrev Bey!

Eşsiz kahraman ve eşsiz mücahid-i İslâm olan ve son asırların emsalsiz bir iman güneşi ve bir irfan meşalesi bulunan muazzez ve mübeccel Üstad’ımızın ansızın ve beklenmedik bir zamanda aramızdan dar-ı âhirete teşrif etmeleri dolayısıyla şiddetli ızdırab ve teessüre düçar olan bizler, telafisine asla imkân bulunmayan bu firak-ı muvakkat sebebiyle bütün kardeşlerimizin ve siz büyük ağabeyimizin sonsuz elemlerine en derin hissiyatımızla iştirak eder ve Cenab-ı Hak’tan sabr-ı cemil ve tahammül niyaz ederek kalbleri hüzün ile dolan bütün Nur Ailesi efradına ve başta siz büyük ağabeyimize ve bütün İslâm Dünyasına en hararetlitâziyelerimizi takdim eder ve mübarek ellerinizden hasret ve hürmetle öperiz muhterem ağabeyimiz! ……….

“Bin ruhum olsa da Hüsrev için fedaya hazırım” diyen ve bu gibi müteaddid beyanlarda bulunan “Memur-u ilâhî” (Bediüzzaman Hazretleri), vazifesinin (vefatından sonraki) devam şeklini ve sevk ve idaresindeki vahdet ve merciiyyeti (birliği ve kime müracaat edileceğini) zaten tayin etmiştir. Cenab-ı Hak o büyük Üstad’ın feyiz ve himmetiyle bir insana (Hüsrev Efendi’ye) Kelam-ı Ezelisinin (Kur’ân’ın) Levh-i Mahfuzdaki mucizevi yazılış şeklini ümmet-i Muhammed’e ve hatta bütün insanlığa göstermek kerem ve fazlını ihsan ederse bundan daha büyük mazhariyet mi olur?

Memur-u İlâhî’nin (Üstad’ın) bütün vazifesini onun hâl-i hayatında yüklenen ve âhirzamandaki hizmet-i hidâyetin bir nevi Sıddık-ı Ekberi makamında bulunan mübarek ağabeyimizin (Hüsrev Efendi’nin) himaye ve irşadına ve onun inâyâta mazhar olan sevk ve idaresine hangi halis kardeşimiz candan iştirak etmez ve rıza göstermez?

Biz ilâhi Memur’un bütün müstakbel hizmetkarlığını ve bütün sevk ve idare vazifedarlığını siz mübarek ağabeyimizde görüyoruz. Ve bütün kardeşlerimiz gibi emir ve irşadlarınızı kendimiz için vacibü’l-ittiba (uyması zorunlu) bir düstur-u hareket kabul ediyoruz.

Biz sevgili ve ihlas kahramanı Üstad’ımız’ın ekmel halisiyetine varis olan bahtiyarlar olarak bütün Nur Ailesi, bundan sonraki hizmetlerimizde “ene”ye asla yer vermemeye, hilafa ve ihtilafa zemin ve imkân bırakmamaya ve bu feyizdar ve revnakdar mahz-ı halisiyet hizmet-i kudsiyeyi asla lekedar etmemeye azm etmişiz. ……………………

Muhterem ve mübarek ağabeyimiz! Tamamen samimi ve sırf niyet-i hâlise ile huzur-u alilerine takdim ettiğimiz bu maruzatımızın (mektubdaki ifadelerimizin) birer nüshasını, kardeşlerimiz arasındaki kanaat ve fikir birliğine vesile olur mülahazasıyla (düşüncesiyle) esaslı merkezlere gönderdik. Bu ciheti sizden rica etmeyi düşünürken sizin çok hassas kalbinize belki ağırlık gelir mülahazasıyla kardeşlerimizin arasını tevhid etmek (birleştirmek) maksadıyla bu hizmeti (arz ettiğimiz fikirleri yazma hizmetini) kendimiz yapmayı daha muvafık bulduk. Binaen aleyh bu cüretimizi hüsn-ü niyetimize bağışlamanızı rica eder, en halis sevgi ve hürmetlerimizi arz ederken nurdan yapılmış mübarek ellerinizi hasret ve iştiyakla öperiz.

Ege mıntıkası Nur Talebeleri namına aciz, kusurlu, günahkar ve tembel kardeşiniz Ahmed Feyzi Kul” [3]

Ahmed Feyzi Kul’un, Nur Talebeleri’ni Hüsrev Efendi etrafında toplanmaya çağıran yukarıdaki mektubunun orijinali

Ahmed Feyzi Kul’un Mektubu Parça 1

Ahmed Feyzi Kul’un Mektubu Parça 1

Ahmed Feyzi Kul’un Mektubu Parça 2

Ahmed Feyzi Kul’un Mektubu Parça 2

Ahmed Feyzi Kul’un Mektubu Parça 3

Ahmed Feyzi Kul’un Mektubu Parça 3

Ahmed Feyzi Kul’un Hüsrev Efendi’ye Diğer Bir Mektubu

Ahmed Feyzi Kul, 1948-1949 yıllarında Afyon Hapsi’nde Bediüzzaman Hazretleri ve Hüsrev Efendi ile birlikte hapis yatanlardandır. Hapisten kendisinden önce tahliye olan Hüsrev Efendi’ye hitaben yazıp gönderdiği aşağıdaki mektubunda onun Nur Talebeleri içindeki eşsiz yerini ve Bediüzzaman Hazretleri nazarındaki mevkiini gösteren ifadeleri dikkat çekicidir.

“Sevgili, muazzez ve mübarek kardeşim Hüsrev

Benim her şeyim senin, senin de her şerefin benimdir. Nur’un her zaman için başbuğu ve kumandanı olan ve en fedakâr ve kahraman hizmetkarı olan siz aziz ve şerefli ve makbul kardeşime bütün varlığım feda olsun! Eğer ben kalem ve lisan isem sen de kalb ve ruhsun ve maden-i ihlassın. Hepimizin medar-ı iftiharı ve sertac-ı ibtihacısın (sevincimizin baştacısın). Üstad’ımızın küllî nazarı sendedir ve o nazar kat’iyyen hata etmez.

Biz çirkab-ı dünyaya (dünya çirkefine) meyil ve onun icablarına köle olurken sen bütün fani temelluklara (boyun eğmelere) kapını kapattın ve onların yüzüne tükürdün. Ve unfuvan-ı şebabını (parlak gençlik zamanını) da ayaklar altına alarak kendini senelerden beri “Yüce Kahraman’ın (Bediüzzaman’ın), Büyük Hakikat ve Fazilet Üstad’ının” hizmetine vakfettin. Onunla omuz omuza ilâhi hizmete koyuldun. Bütün mahrûmîyetleri hırz-ı can ettin (tamamen kabullendin).

Hayır hayır, sana kimse bu kudsi makamda eş olamaz. Kardeşim sen her zaman bizim ağabeyimizsin. Bu biçare kardeşin sana köle olmakla iftihar eder. (…)

Mübarek ve nurdan ellerini kemal-i hasretle öperim ve bütün kardeşlerime ayrı ayrı selam ederim. El-Bâkî Hüve’l-Bâkî 9 Mart 1949

Biçare ve kusurlu kardeşiniz Ahmed Feyzi” [4]

Bu mektubda geçen, “Nur’un her zaman için başbuğu ve kumandanı olan”, “Üstad’ımızın küllî nazarı sendedir ve o nazar kat’iyyen hata etmez”, “sana kimse bu kudsi makamda eş olamaz” gibi tabirler ve “Bu biçare kardeşin sana köle olmakla iftihar eder” gibi son derece hürmet ifadeleri Hüsrev Efendi’nin Bediüzzaman Hazretleri’nden sonra yerine geçmeye namzed yegâne Nur Talebesi olduğunun ileri gelen talebeler tarafından da gayet iyi bilindiğini göstermektedir.

Hasan Atıf Egemen’in Hüsrev Efendi’ye Mektubu

Hasan Âtıf Efendi, aslen Sinoplu olup Aydın Sultanhisar’da yaşayan bir Nur Talebesi idi. Bediüzzaman Hazretleri onun hakkında, “Kardeşimiz Hasan Âtıf, hakikaten Risale-i Nur’un hizmetine pek çok lâyık ve müstaiddir. Müstesna hattıyla beraber ihlâsı, irtibatı, alâkadarlığı, ciddiyeti, sadakatı dahi mükemmeldir. Cenab-ı Hak onun emsalini çoğaltsın.” gibi yüksek takdir ve iltifatları olmuştu. Bu Nur Talebesi’nin Bediüzzaman Hazretleri’nin vefatı sonrasında Hüsrev Efendi’ye gönderdiği aşağıdaki mektubdaki ifadeleri, mevzumuz açısından gayet dikkate şayandır.

“بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحَْمةُ اللهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Hüsrev Bey Ağabeyimize aiddir.

Evvelen: Hazret-i Müteal Mevla ondan (Üstad’dan) razı olsun, biz günahkârları şefaatine nail eylesin. Amin. Onu sevenlerden de Allah razı olsun.

Saniyen: Sevgili ağabey bu gönderdiğimiz emanetler, Üstad’ımız efendimize göndermeyi âdet ettiğimiz emanetlerdir, onun malıdır, onun malındandır. Onun malı hepimizindir. Başta onun vekili ve yadigârı siz ağabeyimindir. O nasıl ediyor idiyse, siz de öyle yaparsınız. İnşâallah artışları göndermekte devam edeceğiz. Cenab-ı Hak sebatımızı daim kılsın. Amin. Ellerinizden kemal-i hürmetle öper, cümle kardeşlerimizin gözlerinden öperiz. El-Bâkî Hüve-l Bâkî Çok kusurlu kardeşiniz” [5]

Hasan Atıf ’ın Hüsrev Efendi’ye gönderdiği yukarıdaki mektubun orijinali

Hasan Atıf ’ın Hüsrev Efendi’ye gönderdiği yukarıdaki mektubun orijinali

Büyük Ruhlu Küçük Ali Efendi’nin Beyanları

Bediüzzaman Hazretleri’nin en seçkin saff-ı evvel talebelerinden olan Büyük Ruhlu Küçük Ali Efendi Hüsrev Efendi’ye tabi olarak hizmetine devam eden bahtiyar Nur Talebeleri’ndendir. 1974 yılında vefatına kadar kendisini ziyaret eden pek çok Nur Talebesi’ne Hüsrev Efendi’ye tabi olduğunu anlatmıştır. Onlardan biri olan ve uzun yıllar Risale-i Nur’a hizmet eden Elazizli Eşref Çavuş bu hatırasını şöyle anlatmaktadır:

“Biz Hüsrev Efendi Hazretleri’ni ziyarete gittiğimizde Bediüzzaman Haz­ret­leri’nin hayatta olan büyük talebelerini sorup onları da ziyaret ediyorduk. Bunlardan bir tanesi Isparta’nın Kuleönü kasabasından Risale-i Nurlar’da ismi geçen Büyük Ruhlu Küçük Ali Ağabey’di. Ziyaretimde dedim ki: ‘Ali Ağabey Risale-i Nurlar’da Hüsrev Efendi Hazretleri’ne olan işaretlerden dolayı biz Hüsrev Efendi Hazretleri’ne intisap ettik. Acaba sizin de kendisine intisabınız var mı?’Ali Efendi Allah rahmet etsin. Şöyle başladı. Dedi:

“Kardeşim, bizim talebelik hayatımız devam ederken, nefis arzu eder ya ‘Bediüzzaman Hazretleri vefat etse ben yerine vekil olabilirim.’ Fakat sonra Cenab-ı Hak tevâfuk mûcizeli Kuran’ı yazmayı Hüsrev kardeşe nasip etti ve Risale-i Nur’un tamamını da ona nasip etti. Yanlış anlamayın, Bediüzzaman Hazretleri’nin vekili demek Risale-i Nur’un hâfızı demektir. Bana hepsi nasip olmadı. Üstad’ımız Bediüzzaman Hazretleri vefatından evvel Urfa’ya gitmeden önce bize (Isparta’ya) geldi. Talebeyi topladı. Hüsrev kardeşe hitaben buyurdular ki:

-Hüsrev ben gidiyorum. Benden sonra bu vazifeyi siz deruhde edeceksiniz. Hüsrev kardeş de buyurdular ki:

-Üstad’ım efendim ben hem ihtiyarım hem hastalıklıyım. Bu vazifeyi genç kardeşlerimize tevdi buyurun. Üstad Hazretleri Hüsrev kardeşe cevaben:

-Hüsrev, benden sonra 15-16 yaşındaki delikanlı gibi sıhhat bulacaksın. Hem benim daha 8 senelik ömrüm var. Onu da sana veriyorum’ deyip bu şekilde vazifeyi Hüsrev Kardeşe tevdi buyurduktan sonra Üstad Hazretleri gitti. Bir süre sonra radyodan Bediüzzaman Hazretleri’nin vefat haberini aldık.

Kalktık, Urfa’ya cenazeye gittik. Orada bir otele yerleştik. Baktım kulağıma geliyor:

‘Mübarek sevgili Peygamberimizin vefatında sahabe-i kiram Ebu Bekir Sıddık Hazretleri’ni (ra) seçip cenazeyi öyle kaldırdılar. Biz de bir münasip ağabeyimizi seçelim de cenazeyi öyle kaldıralım.’

Baktım Şarklı kardeşlerimiz Diyarbekirli Mehmed Kayalar üzerinde duruyor. Bir kısmı da Elazığlı Albay Hulusi Bey üzerinde duruyor. Sonra bana geldiler:

‘Ali Efendi Kardeşim biz böyle düşünüyoruz. Ne dersiniz’ diye benden sordular. Ben de:

‘Kardeşlerim Bediüzzaman Hazretleri bu tarafa gelmeden bizimle bir toplantı yaptı, bu vazifeyi Hüsrev kardeşe tevdi buyurdu ve ondan sonra geldi bu tarafa.’ [6] Ben böyle deyince o arayıştan vazgeçildi, cenaze kaldırıldı ve dağıldık.

Evet kardeşim, benim de Hüsrev Efendi’ye intisabım var. Hatta benim kalemim var ve ben Bediüzzaman Hazretleri’nin talebesiyim. Hüsrev kardeş bunu bildiği halde, ‘Ali Efendi sen kendi yazını bırak benim yazımın üzerinden kopya et’ diye buyurdu. Bu benim nefsime biraz ağır gelse de bir rüya ile ikaz olundum.

Rüyamda Resul-ü Ekrem (asm) ve Bediüzzaman Hazretleri’nin bulunduğu bir cemaatte bana imam olmam teklif edildi. Ben bundan hicab edip geri durdum. Daha sonra Hüsrev Efendi’ye teklif edilince o geçti ve o mübarek cemaate imam oldu. Bu rüyadan uyanınca kat’iyen anladım ki Hüsrev kardeş mânen vazifelidir. Derhal kendi yazımı bırakıp onun yazısı üzerinden kopya ederek risaleleri yazmaya başladım. Bir süre sonra Hüsrev Efendi bana, ‘sen kendi yazından devam edebilirsin’ diye benim kendi hattımla tekrar yazmama müsaade etti. Ben de acaba bunun hikmeti nedir ki bana böyle kopya ettirdi dedim. Anladım ki biz de Hüsrev Efendi’nin izinden gittiğimizi bu şekilde göstermiş olduk.” [7]

Büyük Ruhlu Küçük Ali Efendi’nin yukarıda anlattığı rüyasını pek çok Nur Talebesi, bizzat kendisinden dinleyip nakletmişlerdir.

Bakırcı Mehmed Efendi’nin Şâhidliği

Hayrât Vakfı yönetiminde bulunan Said Nuri Hoca Efendi ile Mustafa Nuri Döndüren Hoca Efendiler bir gün vakfı ziyarete gelen Denizli’nin eski Nur Talebeleri’nden Bakırcı Mehmed Efendi’nin kendilerine şöyle bir hatırasını naklettiğini anlatmaktadırlar:

“1963’te Ceylan Çalışkan vefat ettikten sonra, okunacak Mevlid-i Şerif’e katılmak için Emirdağ’daydım. Baktım bazı kimseler, fısıltı hâlinde Mübarek Hüsrev Ağabeyimiz’in aleyhinde ileri geri konuşmalar yapıyorlar. Bundan son derece rahatsızlık duyarak Bayram’a hitaben: “Bayram burası neresi?” dedim. “Emirdağ Ağabey” deyince anlatmaya başladım.

“Ben, Baraklı’dan Abdullah Koyun [8] ve Denizli Çivril’in Homa Nahi­ye­si’nden Kahraman Sami Tüzün, Bediüzzaman Hazretleri’ni Emirdağ’da ziyarete gitmiştik. Biz Mehmed Çalışkan’ın dükkânında beklerken Hazret-i Üstad’a haber verdiler. “Sabah namazından sonra gelsinler” buyurması üzerine o gece Mehmed Çalışkan bizi misafir etti ve sabah namazından sonra Hazret-i Üstad’ı ziyaret ettik. Üstad, yufka ekmeğini ufalayıp üzerine pekmez dökerek yaptığı ve helva adını verdiği sabah kahvaltısından kalan kısmını, “Kardeşim sizin de hisseniz varmış” diyerek üçümüze birer birer yedirdi. Daha sonra bizimle sohbet, tavsiye ve emirlerinden sonra yanından ayrılacağımız sıra bize üç defa: ‘Kardeşim benim vekilim Hüsrev’dir, benim vekilim Hüsrev’dir, benim vekilim Hüsrev’dir’ dedi.”

Ben bu hatırayı anlatınca Bayram birden eliyle ağzımı kapadı ve “Aman ağabey burada anlattın, başka yerde anlatma” dedi. Ben de: “Üstad’ın vasiyeti olan bir şeyi neden anlatmayacakmışım? Her yerde anlatırım!” dedim.

Nureddin Kaburgacı’nın Şâhidliği

1950’li yıllarda on seneye yakın Hüsrev Efendi’nin hizmetinde bulunan Nureddin Kaburgacı şöyle rivayet ediyor: “Bediüzzaman’ın Hüsrev Efendi’ye daha evvelden, ‘Seni vekil tayin edeceğim’ dediğini ben kendim bizzat Hüsrev Efendi’nin ağzından mükerreren duydum. Biz Hüsrev Efendi’nin Üstad’dan sonra onun yerine geçeceğini kat’î olarak biliyorduk.” [9]

Mustafa Sungur’un Beyanı

Bediüzzaman Hazretleri’nin hayatının sonlarında yanında hizmetini gören genç talebelerinden olan Mustafa Sungur, Hüsrev Efendi’nin kendisiyle görüşen bazı talebelerine Üstad Bediüzzaman’dan rivayetle şöyle demiştir:

“Bediüzzaman Hazretleri bize, ‘Bana hizmet ettiğiniz gibi Hüsrev’e de hizmet edeceksiniz’ diye üç defa tekrar ile söyledi. Hem bir defasında Üstad’la beraber Barla’ya gitmiştik. Hazret-i Üstad Hüsrev Ağabey’i göstererek: “Sekizinci Lem’ada ‘taîşu Saîden’ ibaresi gösteriyor ki içinizde benden sonra en bahtiyar Hüsrev olacak!” [10] dedi.

Bu rivayetin son kısmı, İhsan Atasoy’un yazdığı “Mustafa Sungur” isimli kitabda da yine kendisinden nakille şöyle yer almaktadır:

“Bir gün Üstad bizi alıp Isparta’da ağaçlıklı bir yere götürmüştü. Zübeyr, Bayram, Hüsrev Ağabey, ben ve Ceylan ayakta karşısında duruyorduk. (Üstad) Hüsrev için: ‘Bu beş yıl sonra (1931’de) aramıza katıldı’ dedi. (Şeyh Geylânî’nin kasidesindeki) تَع۪يشُ سَع۪يدًا (Taîşu Saîden) ibaresindeki cifir hesabının beş farkla Hüsrev Ağabey’e işaret ettiğini ifade etti. [11] Sonra, ‘Yeryüzünde en bahtiyar benim. Benden sonra en bahtiyar bu olacaktır’ diye Hüsrev Ağabey’e işaret etti.” [12]

Yine aynı kitabta Mustafa Sungur, mes’elemize temas eden şu nakillerde bulunmuştur:

“Hüsrev Ağabey bir zamanlar gece hiç uyumaz, sabahlara kadar risale yazardı. Hatta Zülfikar’ı yazdığı zaman sabaha kadar yorgun düştükten sonra başını yazı masasına dayayarak kırk beş dakika kadar uyuması kâfi gelirdi. Üstad, o zaman Hüsrev Ağabey için: ‘On ruhum olsa dokuzunu Hüsrev’e veririm’ demişti. Ben bunu Hüsrev Ağabey’e arz ettim. Hüsrev Ağabey şöyle izah etti: ‘Bak Sungur! Şu tahta masaya Üstad demir dese, ben de demir derim!’ demişti.” [13]

Finikeli Ayşe Hoca Hanım’ın Şâhidliği

Antalya’nın Finike İlçesi’nden Ayşe Hanım, Risale-i Nur’la tanışmazdan evvel tarikata intisab etmiş, yaptığı sohbetlerle bölgesindeki hanımların imanlarına hizmet eden, onlar içinde sözü hürmetle dinlenen ve nasihatlerine kulak verilen mübarek yaşlıca bir hanım idi. Bilahare, 1950’li yıllarda Isparta’ya gelerek Bediüzzaman Hazretleri ile görüşmüş ve ona intisab etmişti. Ara sıra Üstad’ın ziyaretine gider, kısa süreliğine de olsa sohbetlerini dinler, Üstad’ın emir ve tavsiyelerini alarak Finike’ye dönerdi. Onun rivayetine geçmeden Risale-i Nur Hizmeti’ne bağlılığını gösteren, Hüsrev Efendi’ye gönderdiği kıymetli bir mektubunu takdim ediyoruz.

“Huzur-u şeriflerinize! Çok muhterem, yüksek, âli, kıymetli sultanım, efendim hazretleri! Siz büyüklerimize daima minnettar olarak el ve eteklerinizden öper, sıhhat ve âfiyet taleb ederim. Seyyidimiz olan Üstad Hazretleri’ne de sonsuz arzularımla selam, hürmetler eder, dualarına muhtaç bulunurum. Efendim, azîzim! Biliyorum siz bir hediye kabul buyurmuyorsunuz. Fakat ben âcizin şu ufacık âciz hediyesini kabul buyurmanızı ricalarımla istirhâm eylerim. Kardeşim Hâcer Hanım Isparta’dan Elmalı’ya bizi ziyaret için gelmiş. Pek memnun kaldım. Onunla bu ufacık şeyi gönderiyorum. Buradaki muhterem, azîz kardeşlerimizin arz-ı hürmetlerle selamları var; hem size hem de Üstad Hazretleri’ne. Allah’ım siz büyüklerimizi başımızdan eksik etmesin! Amin.

Sizi candan özleyen âciz Ayşe Akın Finikeli

İşte bu Ayşe Hoca Hanımefendi, Bediüzzaman Hazretleri’nin vefatından sonra Hüsrev Efendi’yi ziyaret edip onun sohbetlerine katılmaya başlamıştır. Sohbete geldiği bir seferinde bu mübarek hanım, orada bulunan Nur Talebeleri’ne şu hatırasını anlatmıştır:

“Üstad Bediüzzaman’ı son ziyaretlerimden birinde: ‘Üstad’ım Efendim, Allah size uzun ömürler versin. Eğer siz âhirete gidecek olursanız biz kimin elini öpüp ona biat edelim’ diye sordum. Bana ‘Kahraman Hüsrev’im var, ona biat edersiniz’ diye cevab verdi. İşte Hazret-i Üstad’ın bu emrine binaen artık o hanım, Hüsrev Efendi’nin ziyaretine devam ederdi. Hüsrev Efendi’nin halen hayatta olan yakın talebeleri bu hatırasını bizzat Ayşe Hanım’dan dinlemiş ve rivayet etmektedirler.”

[1] Zübeyir Ağabey’in bu ifadeleri, Risale-i Nur’un gizli düşmanlarının Nur Talebeleri’ni Hüsrev Efendi’den koparmak için nasıl planlı bir hareket içerisinde olduklarını açıkça göstermektedir. Geri
[2] Hayrât Vakfı Arşivi Geri
[3] Hayrât Vakfı Arşivi Geri
[4] Hayrât Vakfı Arşivi Geri
[5] Hayrât Vakfı Arşivi Geri
[6] Üstad Bediüzzaman’ın onun hakkında on yedi sene evvel söylediği, “Büyük Ruhlu Küçük Ali’nin sebeb-i ihtilafa karşı kuvvetli mukavemeti” cümlesindeki isabet, Urfa’daki bu tavrında da kendini göstermektedir. (Osmanlıca Kastamonu Lâhikası, s. 310 Geri
[7] Hayrât Vakfı Arşivi Geri
[8] Daha önce Afyon’un Dinar ilçesine bağlı olan Baraklı, şimdi Evciler ilçesine bağlıdır. Geri
[9] Hayrât Vakfı Arşivi Geri
[10] Hayrât Vakfı Arşivi Geri
[11] Hazret-i Üstad’ın bu ifadesinden anlaşılıyor ki, kasidede Hüsrev Efendi’ye Bediüzzaman’la birlikte işaret eden ‘Taîşu Saiden’ ibaresinin Hüsrev Efendi’ye cifir hesabıyla “beş fark”la tevâfuk etmesi Üstad Bediüzzaman’ın Barla’ya gelişinin beşinci senesinde Risale-i Nur’a talebe olduğuna işaret etmektedir Geri
[12] Mustafa Sungur, s. 280 Geri
[13] Mustafa Sungur, s. 279 Geri